Kayıp Zamanın İzinde (Özel Kutulu, 2 Cilt Takım) (Ciltli)
Yazar : Marcel Proust
Çevirmen : Roza Hakmen
Basım Tarihi : 4. Baskı 2016
ISBN : 9789750818127
Dil : Türkçe
Yayınevi : Yapı Kredi Yayınları Delta Serisi
Sayfa : 3150 sayfa
Sadece anlık
oluşan bir dizi halinde var olmak, bir insan için müthiş bir zaaftır şüphesiz;
ama aynı zamanda müthiş bir güçtür de; bu kişi hafızanın ürünüdür ve belirli
bir anın hatırası daha sonra olup biten her şeyden haberdar değildir; hafızanın
kaydettiği an ve onunla birlikte o hatırada şekillenen kişi varlığını sürdürür,
yaşamaya devam eder. Bizim gözümüzde var olan tek şey, hissettiğimiz şeydir,
onu geçmişe, geleceğe yansıtır, ölümün kurmaca emellerini tanımayız. Zihnimiz
önceden, bilinçsizce ürettiği şeyi açıkça çözümlenmedikçe ya da önceden sabırla
çözümlediği şeyi canlı şekilde yaratmadıkça asla tatmin olmaz. İnsan ancak
hatırladığı şeye sadık kalabilir ve ancak bildiği şeyi hatırlar. Bildiğimiz
gibi bir düzlem geometri vardır, bir de uzay geometrisi. Marcel Proust’un
anlayışına göre de roman sadece düzlem psikolojisi değil, aynı zamanda zaman
psikolojisidir. Kendi ifadesi ile ‘’ Uzayda bir geometri olduğu gibi, zamanda
da bir psikoloji vardır ve düzlem psikolojisi hesapları bu psikolojide geçerli
olmaz, çünkü düzlem psikolojide zaman ve büründüğü şekillerden biri, yani
unutuş göz önüne alınmamıştır; gücünü hissetmeye başladığım unutuş gerçeğe
adaptasyonda çok güçlü bir etkendir, çünkü içimizde sürekli gerçekle çatışarak
yaşayan geçmişi yavaş yavaş yok eder. Sf:2637’’ Marcel Proust ‘’ zamanın bu
görünmez özünü ayıklamaya, soyutlamaya çalıştım, ama bunu yapabilmek için
deneyin devam edebilmesi gerekiyordu. ‘’ demektedir.
Kitabımın
sadece zamanın dışındaki, gerçekten yoğun izlenimlerden oluşamayacağına kadar
verdiğime göre, bu izlenimleri aralarına serpeceğim gerçeklerin arasında
zamana, insanları, toplumları, ulusları sarmalayan ve değiştiren zamana ilişkin
gerçekler önemli bir yer tutacaktı. İnsanların dış görünüşündeki değişimlere
yer vermeye özen gösterecektim; zaten bunun yeni örnekleri her an karşıma
çıkmaktaydı, çünkü bir yandan geçici dalgınlıklar yüzünden durdurulamayacak
kadar kesinlikle şekillenmeye başlayan eserimi düşünüyorum der (sf:3016) Marcel Proust kayıp zamanın izinde. Marcel
Proust hırslı bir arkeolog gibi
hafızanın her karışını eşeleyerek kendinden çok başarılı bir şekilde
beslenmiştir. Kayıp Zamanın İzinde sadece kendi yaşamındaki ani değişimleri,
ailesini, mekanları, dostluklarını, ilişkilerini, itiraf edebildiği ve
edemediği hazları, hoşlandığı ve tiksindiği şeyleri değil, insan ruhunun
gizemli ve incelikli arayışlara girişerek değer verdiği, hakir gördüğü gömdüğü
ve kazıp çıkardığı, bağdaştığı ve bağdaşmadığı, geçen zamana rağmen hafızada
baki kalan görüntüleri bile sanat yoluyla görkemli bir biçimde yeniden yaratmıştır.
Bu uzun romanı okurken tam işte yaklaştım dediğiniz noktada bir adım atıp
zamanın içinde yol alırken bir bakarsınız ki zaman hemen arkanızdan sizi takibe
başlamıştır. Gerçek bir zamanın sanatsal yaklaşımının nefesini ensenizde
hissedersiniz. Romanın zamanı biçimsel bir yaratıcıdır.
Yazarın eseri, okura sunduğu bir görme aygıtına
benzer; okurun o kitap olmasa kendinde belki fark edemeyeceği şeyleri görmesini
sağlar. Kitapta söylenenleri okurun kendinde tanıması, kitabın gerçekçiliğinin
kanıtıdır; bunun tersi de bir ölçüde doğrudur, iki metin arasında ki fark, çoğu
kez yazara değil, okura atfedilebilir. Görünmezliğe ulaşmak, romanın varlığını
unutturmak, kendini kitap okuyormuş gibi değil de, bir anlığına da olsa,
yaşamın yerine geçmeyi başaran bir kurmacada yaşıyormuş gibi hissetmek
Proust’un Kayıp Zamanın izinde romanın da doruk noktasındadır.
Kayıp Zamanın İzinde Marcel Proust anlatıcının
sadece iki defa isminin geçtiği yaklaşık yüzatmış karakterden oluşan hayali bir
Balbec seyahatlerinde ya da baloda ki herhangi bir olayın gelişim süresinde
romanını okurken anlatıcının önümüze kesin bir yer ve olayın ya da gelişimi
size anlatmadıkça gelecekteki olayların kavranması hemen hemen imkansızdır.
Anlatıcı geriye dönük olarak kurduğu geçmiş ve şimdiki zaman ile birlikte
geleceğe baktığı ve anlattığı birey olarak kendi iç hafızası beklide romanın
boşaltım sürecindeki mekanıdır. Kayıp Zamanın İzinde Marcel Proust anlatıcısı
kendi bilincinde ağrılı bir doğum sancısı gibi gerçeklikleri sindirmek ister.
Roman boyunca duyacağınız sesi kırılgan ve üzüntülü bir yapıya sahiptir.Bu
tuhaf ses sahibinin çektiği acıları beklide bir ölçüsüdür. Mme de Guermentes
Bloch’u ilk gördüğü günün üzerinden en az yirmi yıl geçmiş olan bir baloda ( ki
bu balo üç yıl öncesine ait olarak anlatılıyor sf:3056 ) zaman ve roman
akışında yazılma süresine dair benim görebildiğim tek ipucu olmuştur. Kayıp
Zamanın İzinde Marcel Proust anlatıcının geçmişinin görüntülerini sunarken
seçtiği imgeler ve malzeme ile keyfi beklide hafızam zayıf diyerek gerçeklikten
uzak tutmaya çalışmıştır. Kayıp Zamanın İzinde Marcel Proust şunu ifade
etmesini bu düşünceme uygun bulduğumu belirtmek isterim ‘’ Ülkem adına gurur
duyarak şunu belirtmem gerekir ki, tek bir gerçek olayın, tek bir gerçek
kişinin yer almadığı, her şeyin anlatımım gereği tarafımdan uydurulduğu bu
kitapta… sf: 2931’’ Evlilikler ölümler ve psikolojik gelişimler ile
ilerler. Zamanın herhangi bir noktasına
yönelen bilinç ruhumuzla birleşip kurgusal zenginliğini sunar bize. Kayıp
Zamanın İzinde Marcel Proust anlatıcının geçmişe dönük hafızasını ince bir ipe
sermiştir. Albertine ile yaşadığı dönem kendi hafızasının zalimce itirafları
ile doludur. Üç boyutlu bu perspektif açımasızca sorgular anlatıcıyı. Sonuç her
ne olursa olsun gerçeklik sımsıkı kalmış bir yüzey oluşturur. Kayıp Zamanın
İzinde Marcel Proust ifadesi muhteşemdir ‘’İşte bu yüzden, eserimim
tamamlayacak vakti bulabilirsem, her şeyden önce insanları birer hilkat
garibesine benzetme pahasına da olsa, mekanda kapladıkları kısıtlı yere
karşılık, zaman içinde çok büyük, ölçüsüzce uzatılmış bir yer kaplayan
varlıklar olarak tasvir edecektim kesinlikle, çünkü insanlar, yıllara dağılmış
devler misali, yaşamış oldukları, sayısız günden oluşan, birbirlerinden uzak
dönemlerin hepsine aynı anda değerler.’’Duyguları ve zekası, geçmiş ve gelecek ile sürekli yer değiştirir.
Zeka ya da duyguların dönüşümleri roman boyunca önce yada sonra olması arasında
gidip gelirsiniz. Bilinç akışındaki duygularının ifadesi ve selzenişleri zaman
zaman merhamet duygusu ile kaplıdır.
Uzun zaman, geceleri erkenden yattım. Bazen daha
mumu söndürür söndürmez, gözlerim o kadar çabuk kapanıverirdi ki ‘’ uykuya
dalıyorum ‘’ diye düşünmeye zaman bulamazdım. Aradan yarım saat geçtikten sonra
da, artık uykuya geçme vakti geldiği düşüncesiyle uyanırdım… Kayıp Zamanın
İzinde Marcel Proust giriş cümlesi hatta sayfaları demek gerek ki beni çok
etkiledi. Kayıp Zamanın İzinde Marcel Proust anlatıcısına daha en başından
zamanın farklı dizilerini hissettirmeye başlar. Dış dünya ya da nesneler
dediğimiz şey onların yansıması ile oluşan bilinç ifadesidir beklide. Kayıp
Zamanın İzinde geçmişe dönük zamanların şimdiki zamana ya da geleceğe olan
aktarımlarının ipuçları verilmeye başlamıştır. Bir olguyu şimdi olarak
yaşadığımız anda geçmiş olarak kavramakta çok zorlanırız. Kayıp Zamanın İzinde
Marcel Proust’un uyuyan kahramanı ya da uyumak için uyanan kahramanı ancak
uyanınca tekrar açılmış zamanın düzenine girer özgürlüğü sona erer. Kayıp
Zamanın İzinde Marcel Proust anlatıcısı hiçbir şey bilmeden aşama aşama öğrenir
ve aktarır. Kendiniz ile ilgili geçmişe bakarak güçlü hafızanız ile olaylar
hakkında bir şeyler öğrenmek mümkün müdür? Kayıp Zamanın İzinde Marcel Proust
bunu hafızam çok zayıftır aslında diyerek geçmiş zamanına başka bir kişi gibi
bakmaktadır. Kayıp Zamanın İzinde Marcel
Proust anlatıcısının; Gilbert Swann’a olan aşkı ( Daha sonra öğrendiğinde ise
Gilbert Swann kendisine aşıktır.) Albertine’i olan tutkusu ( Albertine’i
sonrasında ona olan bakış acısındaki farklılıklar ) Guermantes düşesine olan
aşkı ( Kendisine ulaşılmaz olmak tutkusunu ulaştığında yenmesi ) Stermaria olan
aşkı ( evlenmesi ile yok olması sanki aynı anda gerçekleşir) hiçbir şey
bilmeden öğrenip aktarma sürecine örnektir.
Bizi sıkan, önümüzde olanlardır çoğunlukla, bize acı
çektirdiğinden dolayı gözümüzden bile sakınırız onu, bize güzel görünüyorsa
yanılmışız demektir, geçip gidenleri görmede. Biz gelecekle katlanır duruma
getirmek isteriz şimdiyi, bu yüzden onu düzene koymaya gücümüzün yetmediğini
düşünürüz, evet, bir kez bile ona ulaşamayacağımızı düşünürüz boyuna. Her kişi
kendi düşüncelerine bakar: Bütün geçmişle ya da gelecekle uğraşır, onu
yakalamak için sürdürür düşünme eylemini durmadan. Çağımızı düşünmeyiz, ondan
bir nesne alıp öğrenerek, geleceğe eklesek bile. Şimdiki çağ eriğimiz değildir:
Geçmişle şimdiki çağ araçlarımızdır, yalnız gelecektir ereğimiz. Böyle
yaşamıyoruz, yaşamayı umuyoruz, biz mutlu olmaya çalışan kimseleriz, oysa bu durumumuzu
korudukça mutsuz olacağımız besbelli kaçınamayız ondan.
VEDA: YAS TUTMAK YASAK
Erdemli insanlar nasıl sessizce göçüp gider,
Ve ruhlarına, hadi bakalım, diye fısıldarsa;
Kederli dostlarından bir kısmı ‘’ İşte nefes durdu,
‘’ der,
‘’ Hayır, daha değil, ‘’ derken bir kısmı da;
Tıpkı öyle eriyelim biz de, sessizce;
Sel gibi gözyaşları, fırtınalı iç çekişler olmasın.
Mutluluğumuza saygısızlık etmeyelim bence,
İnancı tam olmayanlara aşkımızı açmayalım sakın.
Zarar ve korku getirir yerküre sarsıntısı;
Nedir, ne oldu diye herkes sorar durur;
Oysa gökkürenin sarsılması
Çok daha büyük ama zararsız olur.
Ayın altındaki aşıkların basit aşkı da işte
(Ki özü bedendir), ayrılığa dayanamaz;
Çünkü uzak düşer aşkı oluşturan öğeler de
Bedenler birbirinden ayrılır ayrılmaz.
Oysa, öyle arıtılmış bit aşkımız var ki bizim,
Nasıl bir şey, biz bile bilemiyoruz;
Öyle bir güvenimiz var ki aklına birbirimizin,
Gözler, dudaklar, eller uzaktaymış aldırmıyoruz
Ruhlarımız da aslında tek olduğundan,
Ayrılmaz asla, ben gidince şimdi;
Uzar gider yalnızca, hiç kopmadan,
Hava inceliğinde dövülmüş altın gibi.
Bir değil iki olsalar da, aynı,
Sağlam bir PERGELİN iki ayağı gibidirler:
Senin ruhun, sabit ayak yani,
Hiç oynamaz, öteki kımıldamazsa eğer.
Sanki merkezde durur ama her zaman
Öteki uzaklara giderse de,
Eğilip kulak kabartır ardından,
Ve döndüğünde doğrulur yine.
İşte böyle olacaksın benim için de sen:
Öteki ayak gibi, ben ayrılıp gitsem de,
Sen sağlam durdukça, şaşmayacak dairem;
Başladığı yerde bitecek her seferinde.
Bu şiir, John Donne’ın ve dönemin en ünlü
şiirlerinden biri. Ayrıca, eleştirmenlerce de, metafizik şiirin en iyi
örneklerinden biri olarak göşterilir. John Donne bu şiiri karısı Anne More için
yazdığı öne sürülmektedir.
Kayıp Zamanın İzinde Marcel Proust şu cümlesi ‘’
Şüphesiz sevdalı, arzularının, özlemlerinin, hayal kırıklıklarının ve
tasarılarının birbirini izleyen icatlarıyla tanımadığı bir kadın hakkında koca
bir roman yazdığında, normal bir erkeğin aşkı da, PERGELİN epey açılmasına
sebep olur.’’ Bu şiiri hatırlattı bana…
Proust insanları iyileştirme sanatının çok ciddiye
alındığı bir ailede dünyaya geldi. Babası doktordu ve tipik ondokuzuncu yüzyıl
fizyonomisine sahip yapılı, sakallı bir adamdı. Otoriter bir görünüşü,
karşısındaki insanın kendini ödlek gibi hissetmesine yol açan delice bakışları
vardı. Ahlaki üstünlüğü bedeninden taşıyor gibiydi; bu yalnızca tıbbı meslek
edinmiş kişilere özgü bir şeydi; hafif öksürükten ya da apandisitten şikayetçi
olan her insan onların toplumdaki değerlerini tartışmasız kabul ediyor, bu da
daha az değer verilen meslek edinmiş kişilerde nahoş bir gereksizlik hissi yol açıyordu.
Şüphesiz, Marcel babasının yanında kendinin değersiz
hissetmiş, onun başarılarla dolu yaşamındaki tek bela olarak değerlendirmiştir.
Proust, ondokuzuncu yüzyılın sonlarında yaşayan bir buruva ailesinin üyelerince
normal diye nitelenebilecek bir meslek edinmek için en ufak bir istek duymadı. İlgi duyduğu tek şey
edebiyattı ama belki de çok genç olduğundan, yazmaya pek istekli görünmüyor ya
da bunu beceremiyordu. İyi bir oğuldu; bu nedenle ailesinin onayladığı bir
meslek edinmeye çalıştı. Dışişleri Bakanlığına girebilir, avukat ya da banker
olabilirdi. Louvre müzesinde çalışabilirdi. Sonunda kariyer yapmanın zor bir iş
olduğunu anladı. Bir hukuk müşavirinin yanında iki hafta çalışmak ona ölüm gibi
gelmişti. ( En umutsuz anlarımda bile, bir hukuk bürosunda olduğu kadar büyük
bir dehşete kapılmadım ), Paris’ten ve sevgili annesinden ayrılması gerektiğini
anlayınca da diplomat olma fikrini bir kenara bıraktı. Giderek umutsuzluğa
kapılan yirmi iki yaşındaki Proust şöyle soruyordu: Ne avukat, ne doktor ne de
rahip olmaya karar verebiliyorum; peki geriye ne kalıyor?
Belki de Kütüphaneci olmalıydı. Mazarine
kütüphanesinde ücretsiz olarak çalışmak için başvurdu ve işe kabul edildi.
Aradığını orada bulması mümkündü ama kütüphane Proust’un ciğerleri için biraz
fazla tozluydu. Hastalık bahanesiyle ard arda uzun izinler almaya başladı; izin
günlerini bazen yatakta, bazen tatilde, nadiren de yazı masasının başındaydı.
Sıkıntıdan uzak yaşıyor, akşam yemekleri veriyor, çay içmek için dışarı
çıkıyor, su gibi para harcıyordu. Babasının bu durumdan ne kadar rahatsızlık
duyduğunu tahmin edebiliyoruz; o, sanata, hiçbir zaman ilgi duymamış, pratik
bir adamdı. Marcel uzun süre haber vermeden işe gitmedi; kütüphaneye bir kez ya
uğruyor ya uğramıyordu. Sonunda zaten gereğinden fazla hoşgörü göstermiş olan
kütüphane yöneticileri onu, işe girdikten beş yıl sonra işten çıkardılar.
Böylece Marcel’in hiçbir zaman doğru düzgün bir meslek sahibi olamayacağı,
yalnızca düşkırıklığına uğramış babası için değil, herkes için açıklık açıklık
kazanmıştı; o edebiyatla zevk için uğraşıyor, bundan herhangi bir kazanç elde
etmeyi beklemiyordu; bu nedenle de yaşamının sonuna kadar ailesinin parası ile
geçinecekti.
Bu gerçek dikkate alındığında, Proust’un edebiyat
konusunda hırslı olduğunu görmek şaşırtıcı. Annesi ve babası öldükten, kendisi
de nihayet romanı üzerinde çalışmaya başladıktan sonra proust hizmetçisine
şöyle içini döküyordu:
‘’ Ah, Celeste, keşke babamın hastalarıyla
uğraşırken duyduğu güveni duyabilsem kitap yazarken. ‘’
Bunları okuduktan sonra bende oluşan düşüncem
‘’Kayıp Zamanın İzinde Marcel Proust; kayıp zamanın izinde diyerek, boşa geçen
zamanımı kastetmektedir? Veya aslında hiçbir zaman, boşa geçmiş zaman değildir
aslında; bilmediklerimiz, öğrenemediklerimiz, gözlemleyemediklerimiz mi bize bu
hissi verir? Her okuyucu kendi payına çıkarması gerekeni kendinde bulması
gerekir diye bize bir paradoks mu bırakmıştır? Beklenmedik ve kaçınılmazı
görebilmek?’’
KAYNAKLAR:
Marcel Proust - Kayıp
Zamanın İzinde (Özel Kutulu, 2 Cilt Takım) (Ciltli) Yapı Kredi Yayınları 4.
Baskı
Samuel Becket – Proust Metis Yayınlar 4. Baskı
Mario Vargas Llosa – Genç Bir Romancıya Mektuplar
Can yayınları 2. Baskı
Marcel Proust –
Edebiyat Ve Sanat Yazıları Kredi Yayınları 1. Baskı
Alain De Botton
– Proust Yaşamınızı Nasıl Değiştirebilir Sel Yayınları 5. Baskı
GILLES DELEUZE –
Proust ve Göstergeler Alfa Yayınları 1. Baskı
Blaise Pascal –
Düşünceler Say Yayınları 5. Baskı
John Donne –
Yapı Kredi Yayınları (Kazım Taşkent Klasik
Yapıtları Dizisi ) 1. Baskı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder