31 Temmuz 2017 Pazartesi

GECENİN SONUNA YOLCULUK - Louis Ferdinand Celine



GECENİN SONUNA YOLCULUK
Yazar :             Louis - Ferdinand Celine
Çevirmen :       Yiğit Bener
Basım Tarihi :   13. Baskı Ocak 2015
ISBN :              9789750804198
Dil :                  Türkçe
Yayınevi :         Yapı Kredi Yayınları
Sayfa :             573 sayfa


‘’ Gecenin içine itile itile, insan eninde sonunda bir yerlere varıyordur herhalde, diyordum kendi kendime. Teselliydi bu. Cesur ol, Ferdinand, diye yeniliyordum kendi kendime, kendime destek çıkmak için, her yerden kapı dışarı edile edile, mutlaka hepsini, o pisliklerin topunu birden o kadar korkutan o numarayı bulacaksın ve o da gecenin sonunda olsa gerek. İşte zaten onlar da bu yüzden gecenin sonuna gitmezler! ‘’ Yazar: Louis Ferdinand Celine ya da kahramanımız Bardamu’nun bu cümlesiyle başlamak istedim çünkü beklide en önemli olan şey yaşadığımız nefes aldığımız süre boyunca ne istiyorsak onu yapabilmek ve Gecenin Sonuna Yolculukta kendimiz olabilmek; acele etmeli, kendi ölümünü ıskalamamalı diyen Bardamu etrafında ki insanlar hayatın bir sahnesinden başka bir sahnesine sürüklenirler kendileri için yazılan senaryoda rollerini beklide anlayamazlar ve kendi kaderlerine boyun eğip ufacık şeylerle mutlu olurlar yaşam insanlara kırıntılarla yaşamayı öğretir ve yaşamın kıyısından geçip giderler ve buna bile inanmazlar..Bazen kitabın ortasından bakmak gerekir diye düşünürüm ben Gecenin Sonuna Yolculuk Kitabı Birinci dünya savaşı, Afrika, Amerika ve tekrar Fransa’ya geri dönen Bardamu;  beş altı yıllık tıp eğitimini tamamlar ama derki: benim müşterilerime gelinde, onlar bencildirler, yoksuldurlar çirkin emeklilik projelerinin içine sıkışmış maddiyatçı kişilerdi. Rancy’den ayrıldıktan sonra, cebinde bir tıp diploması sırtında sadece bir yağmurluğu vardır kahramanımızın çünkü Berdamu için hayat gözetmeni sıkıntı olan bir sınıfa benzer ve saniyesi ensemizdedir. Bardamu bizimle olan yolculuğuna katıldığı birinci dünya savaşı ile başlar ve kahraman olmak için hiçbir neden görmez ve hiçbir şey düşünmez sadece ölmemeyi düşünür yaşadığı her günü kar hanesine atılmış bir çentik ve tek değerli şey yaşamdır gözünde madalya ya da yaralanmayı umursamaz özgürdür artık bu savaşta. Korkularıda devam eder öldürülmekten korktuğu kadar da aynı zamanda barışta açlıktan ölmekten korkar Ölmek bile başlıbaşına bir iştir.  Bardamu’nun gözünde.  Özgürdür artık ve Porduriere şirketi ile Afrika macerasına yol alır artık Bardamu  ancak geceler gecer ve artık dayanamaz Afrika’nın yakıcı kokusuna burnuna çöküştür artık ölü toprak kokusu artık ayrılma zamanıdır ve Atlas Okyanusunda süren haftalar sonrasında Amerikadadır ama Bardamu için gerçek bitmek bilmeyen bir can çekişmedir seçim yapmak ya ölmek ya yalan söylemek ve asla kendini öldürmez. Hayat basit anlamlar iç içe geçmiş mutluluk beklide merkezimize eşit uzaklıktadır.  Bardamu geceyi gündüzü önüne katmış insan topluluğunu görür Amerika da kent büyük umutsuzluklarla ve pişkinliklerle doludur denedim ve değmez der. Bardamu Fransa döner haftalarca aylarca Clichy meydanında dolaşır akademik eğitimini tamamlayıp doktor olur. Bardamu sefaletle mücadele etmeye devam eder. Fransızlar ne almayı bilirler ne vermeyi parayı ihtiyacın var mı önemsizdir.  Felaketler sıralanmaya görsün yapayalnız kalırsın hayatta. Yaşamda varoluş nedeni gecenin içinde tek başına yapılan yolculuğun son bulan bir ışığı…


 Gecenin Sonuna Yolculuk Louis Ferdinand Celine tarafından 1910-1930 yılları arasındaki zamanı yazdığı Fransız Milli Kütüphanesi Tarafından elyazmalarının satın alındığı ve sahip çıkıldığı bir eserdir. Herkesin kütüphanesinde olması gerekir bana göre ve ben kendi adıma birkaç defa daha okuyabileceğim bir eserdir.


30 Temmuz 2017 Pazar

YANARDAĞIN ALTINDA - MALCOLM LOWRY





YANARDAĞIN ALTINDA
Yazar :             MALCOLM LOWRY
Çevirmen :       Sinan FİŞEK
Basım Tarihi :   3. Baskı Haziran 2010
ISBN :              9789755101132
Dil :                  Türkçe
Yayınevi :         Can Yayınları
Sayfa :             459 sayfa

1957 yılında kırk sekiz yaşındayken intihar eden ünlü İngiliz romancı Malcolm Lowry, kısa süren yaşamının tümünü ölüme varacak bir yarış gibi yaşadı. Sıkıntılarından, birbirine eklenen alkol ve delilik nöbetlerinden kaçarcasına dünyanın pek çok köşesine gitti. Yaşamöyküsünü kaleme alan Douglas Day'e göre Lowry alkolik olduğu için delirmedi, deli olduğu için alkole sığındı. 

Lowry'nin 1936-1944 yılları arasında damıta damıta yazdığı Yanardağın Altında, 20. yüzyılın en önemli romanlarından biri. Lowry'nin Melville, Conrad ve Fitzgerald gibi ölümsüz yaratıcılar arasına girmesini sağlayan Yanardağın Altında için Fransız yayıncı Martin Nadeau şunu söylüyor: "Yanardağın Altında, dünyayı peşinden gidenler ve diğerleri diye ikiye ayıran bir 'kült roman'dır."



Malcolm Lowry Yanardağın altında 12 bölüm ve yaklaşık 12 saat devam eden roman anlatımının başladığı zaman ile geçmiş bir yıl önceki yıl arasına geçiş yapan bilinç akışı yöntemi ile yazılmıştır. Roman Meksika’nın Quauhnahuac kentinde ölüler günü olan 1 Kasım 1939 yılında bir sonla başlar ama yazarında belirttiği gibi aslında bu son sizi olaydan uzaklaştırmayacak kadar aksine içine çeken esrarengiz bir başlangıç olmakla birlikle aslında yıl 1938‘dir aynı zamanda. Olay kurgusu Meksika’da ölüler günü olarak kutlanan 1 Kasım 1939 yılında Mr. Jacques Laruelle’nin( Fransız sinema yönetmeni) anlatımıyla başlar. Mr. Jacques roman kahramanı olan Mr. Geoffrey Firmin’in (İngiliz Konsolusu) arkadaşıdır. 1 Kasım 1939 yılında Mr. Jacques arkadaşı Mr. Geoffrey’in kendisine verdiği (‘’ Biliyorum Jacques ‘’ diyordu, bu kitabı hiçbir zaman geri vermeyebilirsin; ama farz etki bende onu sırf bu amaçla veriyorum sana; bir gün, geri vermediğin için pişmanlık duyasın diye sf:40 ) Elizabeth cağı oyunları kitabını rastgele açtığında içinde gönderilmemiş bir mektubun okunmasıyla Geoffrey Firmin kendisini boşanmış olan eşi Yvonne ile olan evliliğini kurtarma çabası (Mektup sf:49-56) ile karşımızdadır. Mr. Jacques anlatımıyla devam eden 1.bölüm içinde Roman kahramanımızın aslında Hindistan doğumlu olan ve kardeşi ile birlikte terk edilen (Kardeşi Mr.Hugh) bir İngiliz yetim olduğunu öğreniriz. 1911 yazında İngiliz ozan Abraham Taskerson ailesinin Caurselluese gelmesiyle birlikte başlamıştır Mr. Jacques ve Mr. Geoffrey arkadaşlığı. Mr. Geoffrey İngiliz Hükümeti tarafından savaş sırasında madalya ile ödüllendirilmiş Eski bir Konsolos olmakla birlikte Çok ciddi bir ( sarhoş olduğu zamanın içmediği zamanlar olacağını düşünecek kadar. Aynı zamanda bir Delirium Tremens sf:160) Alkoliktir. Roman geri dönüşünde Meksika’da ölüler günü olarak kutlanılan 1 Kasım 1938 yılı sabahında geceden kalma Alkolik Mr. Geoffrey barda Smokinli, siyah gözlüklü ama corapsız oturup içmeye devam ederken Yvonne’nin Hornos’dan bir yıllık ayrılık sonrası geri dönüşüyle roman kurgusu devam eder.

Geoffrey ve Yvonne saat saat 08:30 çivarı birlikte yaşadıkları eve giderler bu sırada bu bir ziyaret midir? yoksa geri dönüş müdür?sorgulaması Geoffrey’in kurgusudur. Mr Geoffrey içmeye roman boyunca devam eder her daim. Roman ilerledikçe Geoffrey ve Yvonne’n İspanya’da 1932 yılında tanıştıklarını menenjitten ölen bir çocuklarının olduğunu Geoffrey Firmanın 1896 Hindistan doğumlu bir İngiliz yetim, kardeşi Hugh 1909 doğumlu bir besteci ve gemici, Yvonne 1905 Hawaii doğumlu ve sinema artisti olmaya çalışan bir kadın olduğunu öğreniriz. Mr. Geoffrey Yvonne tarafından hem kardeşi Hugh Hemde Arkadaşı Jacques ile aldatmıştır. Sabahın gün doğumundan akşamın gün batımına kadar devam eden roman sürecinde (yaklaşık 07:30 – 19:30 ) Hugh ve Yvonne’nin La Selva Kumarhanesi atları ile olan gezintisi, sonrasında Geoffrey ile birlikte Tomalin arenaya olan yolculukları Salon ofelia ve Mr. Jacques ile karşılaşmaları sonrasında Jacquesin evine olan gidiş ve akşam saatlerinde Farolite barda ve yakın ormanında bulan bir sonla sonuçlanmaktadır.

Kendiside bir Alkolik olan yazarımız Malcolm Lowry Yanardağın Altında Kitabında bir çok yazar ve kitapların kahramanlarında da ince ince işlediği atıfları vardır.

*** Carvantes; Don Kişot (sf:84)
***Goethe; Ünlü Klise Çanı (sf:90)
*** Tolstoy; Savaş ve Barış (sf:99)
***La Fontaine’nin Ördeği (sf:105)
*** Oscar Wilde; Hapishane sahnesi (sf:105)
*** Jack London(181)
*** Joseph Conrad(183)
*** Herman Merville (190)
*** Ve tabiî ki ve Dante ; İlahi Komedya


Yanardağın Altında Kitabından daha fazla alıntı paylaşabilirdim. Umuyorum ki 20. Yüzyıl İngiliz edebiyatının ve en iyi 100 kitap listesinde olan bu kitabın alıntılarını başka arkadaşlarımız paylaşırlar.(Bu bir temenni . . . )

PEDRO PARAMO - JUAN RULFO




PEDRO PARAMO
Yazar :             Juan Rulfo
Çevirmen :       Süleyman Doğru
Basım Tarihi :   3. Baskı Temmuz 2015
ISBN :              9786050905090
Dil :                  Türkçe
Yayınevi :         Doğan Kitap
Sayfa :             132 sayfa


İspalyoncanın Don Quijote'den sonraki en büyük başyapıtı!

Her yolu kullanarak istediği her şeyi elde eden toprak ağası, kötülüğün ta kendisi Pedro Paramo...

Ölüm döşeğindeki annesinin - Marquez'in Macondo'suna esin kaynağı olacak - hayaletli köy Comala'ya babasını aramaya gönderdiği Juan Preciado

Pedro Paramo'nun çocukluk aşkı, bütün ömrünce tutkuyla sevdiği Susanna San Juan...

Ve Meksika edebiyatının hem de bütün İspanyolca edebiyatının temel taşlarından Juan Rulfo'nun tek romanı: Pedro Paramo




*** İYİLİĞİN KARŞITININ HİÇBİR GERÇEKLİĞİ YOKTUR.
                                                                                     
                                                                                           ÖKLİD

  130 Sayfalık bir kitap Pedro Paramo. Kitabı okunmaya bitirdiğimde aklıma ilk gelen şu oldu:  iç içe olan 3 öyküyü içeren 130 sayfalık dev bir roman ve acaba kaç yazar bu kadar kısa sayfaya bu kadar olay kurgusunu bu kadar anlatıcı ve zamana sığdırabilirdi. Kitabı elime alıp okumaya devam ettikçe karşıma zamanın, anlatıcıların ve mekanların değiştiğini gördüm ve ister istemez notlar alıp okumaya devam etmek zorunda kaldım. Kitaba olan hayranlığım her sayfasını çevirdikce artarak devam etti. Juan Rulfo ya hayranlığım kitabı 2. kez okuduğumda bir kat daha arttı. Çünkü farklı anlatıcılar farklı zamanlar ve iç içe geçen 3 öyküde ( yaklaşık 8 sayfa fax kağıdı not tutmama rağmen) ve bunların birleşmelerinde kurgularında ben tek hata bulamadım.
  Juan Rulfo Pedro Paramo kitabında bazı cümleler varki anlattığı mekanın fotoğrafını öyle bir çekmişki anlatısında tek bir toplu iğne başı kadar ışık dışarı sızmıyor bana göre.
 Yüzyıllık Yalnızlık kitabının yazarı Gabriel Garcia Marquez, yoksulluk içinde yazdığı Yüzyıllık Yalnızlık kitabının yazılış sürecini daha sonraları anlatırken, edebiyat çevrelerinden bir dostunun bir gece evine geldiğini ve “Sen yazı yazdığını sanıyorsun. Al da bunu oku.” diyerek Marquez’in önüne bir kitap attığını anlatır. Arkadaşı gittikten sonra Marquez kitabı büyük bir şaşkınlık ve hayranlıkla okur. Bitirir ve yeniden bir kez daha okur. Kitabı bıraktığında tanyeri ağarmaktadır. Kitap Juan Rulfo’nun “Pedro Paramo” sudur. Marquez kitaptan o denli etkilenmiştir ki Yüzyıllık Yalnızlık eserinde Pedro Paramo’dan bir cümle alarak Rulfo’ya bir selâm gönderir. Susan Sontag’a göre Marquez, Pedro Paramo’yu ezbere bilir. Pedro Paramo’nun hayaletlerle dolu kasabası Comala, Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık eserindeki Macondo kasabası için bir esin kaynağı olmuştur. (ALINTIDIR.)
Juan Rulfo Pedra Paramo; umarım ki romanın roman tadında nasıl olabileceğini, roman kurgusu, romanın anlatıcıları, mekan ve zaman geçişlerini daha iyi anlamak ve hissetmek adına 130 sayfaya bunları sığdırabilmenin muhteşemliği gözden kaçırmadan okunması gerektiğine inancımı bu kitap perçinlemiştir.

*** Kitabı okumayanların bu noktada sonra okuyup okumaları kendi tercihleridir.

*** Bu noktada sonra yazacaklarım tamamen 3 kurgu ve öyküyü sayfa sayıları ile anlatmaktadır.

Bana göre kitap muhteşem bir girişle başlıyor.

 Comala’ya geldim, çünkü bana babamın burada yaşadığı söylendi, Pedro Paramo adında biriymiş. Bunu bana söyleyen annemdi. Ben de o öldükten sonra babamı görmeye geleceğime söz verdim. Bunu yapacağımın bir kanıtı olarak da ellerini sımsıkı tuttum, zira o sırada annem ölmek üzereydi ve ben de her türlü sözü verebilecek durumdaydım. ‘’ Onu ziyaret etmeyi sakın ihmal etme – diye nasihat etti bana-. Bu isimle ve başka isimlerle tanınıyor. Seni görmekten mutluluk duyacağına eminim. ‘’ O anda bunu yapaçağımı söylemekten başka bir şey gelmezdi elimden ve bunu o kadar çok tekrarladım ki, ellerimi onun ölü ellerinden uzun uğraşlar sonucu kurtardıktan sonra bile aynı şeyi tekrarlamaya devam ediyordum. Sayfa:7
 Bana göre roman adına muhteşem bir giriş paragrafı ile başlıyor roman. Şimdiki zaman ve geçmiş zaman dilimini içeren bir anlatıcı ve bu anlatıcı Pedro Paramo isminde bir babanın oğlu ve annesi ölmek üzere iken ona söz vermiş hiç tanımadığı babasını bulmak adına Comala’ya geldiğini söylüyor bize.
 Juan Rulfo romanını öyle incelikle dokumuş ki;  Pedro Paramo isminde hiç tanımadığı bir babayı Comala’ya aramaya giden anlatıcının ismini karşımıza Sayfa:63 Sayfa:65 ve Sayfa:81 de aşağıdaki şu paragraflar da hem ismi hemde ölmüş olarak çıkarmaktadır. J))
*** Seni öldürenin havasızlıktan boğulma olduğuna mı inandırmak istiyorsun beni, Juan Preciado? Seni köyün meydanında, Donis’in evinden çok uzakta buldum; o sırada yanımda o da vardı ve senin ölü numarası yaptığı söylüyordu. İkimiz birlikte seni gölgelik bir yere sürüklediğimizde, korkudan ölenlerin öldüğü gibi kasılmış ve kaskatı kesilmiştin. O bahsettiğin gece soluyacak hava olmadığı için, seni taşıyacak ve sonra da gömecek gücü kendimizde bulamamıştık. Ve gördüğün gibi, şimdi seni gömüyoruz. Sayfa 63
*** Bunu sana da aha ilk başt söylemiştim. Babam olduğu söylenen Pedro Paramo’yu bulmaya geldim. Beni buraya bir hayal getirdi.
 ***Burada sırtüstü yatmış, yalnızlığımı unutmak için o günleri düşünüyorum, çünkü buraya sadece bir süre için yatmış değilim. Ayrıca yattığım yer annemin yatağının üzeri değil, ölüleri gömmek için kullandıkları türden siyah bir tabutun içi. Çünkü ben ölüyüm. Sayfa 81

Pedro Paramo’nun hikayesi ile başlamak istiyorum ve kitap da şu cümleyi paylaşmadan başlamak istemedim.

***Bana kalırsa, o kötülüğün ta kendisi. Pedro Paramo işte bu.
Pedro Paramo kesinlikle kurnaz bir adam ve kendi çıkarları adına her yolu tercih eden her yol kendince kullanan bir adam. Borçlarından kurtulmak adına toprak ağasının ölmesiyle birlikte her şeyin tek sahibi olan Dona Dolares’ e evlenme teklifi etmiş ve evlenmiştir. (Dona Dolares Juan Preciado annesidir.) Bunun ile birlikte tüm mirasın tek başına Pedro Paramo’nun hakimiyetine geçmiştir.
*** Dolares’i ikna etmek çok kolay oldu. Hatta teklifi duyunca gözleri parladı ve suratı allak bullak oldu. Sayfa:43
Bir yıl sonrasında Pedro Paramo’dan nefret etmeye başlayan Dona Dolares oğlu Juan Preciado’yuda yanına alarak bir daha geri dönmemek üzere kızkardeşi Gertrudis’in yanına gider. Sayfa:22-23
Yıllar sonra ölmek üzere iken oğlu Juan Preciado ( giriş paragrafdaki anlatıcı) vasiyet etmiştir.
***  Gidip ondan bir şey isteme sakın. Bizim olanı talep et. Bana vermek zorunda olduğu ama asla vermediği şeyi… Bizi unutmuş olmasını ona pahalıya ödet, oğlum. Sayfa:7
Pedro Paramo için her şey kendi çıkarları içindir.
1926-1929 yılları arasında ki iç savaş sırasında devrimcilere vaade bulunmuş hiç birini yerine getirmemiş kendi adamlarını göndermiş avukatı bile gitmek istediğinde hiçbir ödemesini yapmamış parasının tamamını bile yatırımlarda olduğunu söyleyecek kadar utanmaz bir kurnazlık sergilemiştir. Sayfa 103-110

Tüm Media Luna Pedro Paramo’nun hakimiyetinde acımasızca hüküm sürmektedir.

***Şu tarafa bakın dedi katırcı birden durarak bana. Domuz mesanesini andıran şu tümseği görüyor musunuz? Media Luna işte onun hemen arkasında. Şimdi şu tarafa dönün. Şu tepenin doruğunu görüyor musunuz? Oraya bakın. Ve şimdi de şu tarafa dönün. Şu çok uzakta olduğu için zar zor seçilen doruğu görüyor musunuz, peki? Güzel, işte bir uçtan diğer uca tamamı Media Luna. Bir başka deyişle, göz alabildiğine uzanan arazinin tümü. Ve bütün bu topraklar ona ait. Gerçek şu ki, biz Pedro Parama'nun çocukları olmamıza rağmen analarımız bizi bir hasırın üzerinde doğurmuşlar. Ve işin en gülünç yani bizi vaftiz olmaya o götürmüş. Siz de bunun aynısı yaşamış olmalısınız değil mi? Sayfa 10-11
Bu arada başka karakterlerde var devam eden Pedro Paramo’nu Hikayesinde. Ölen oglu Migael Paramo.
*** Hepsi Miguel Paramo’yla başladı. Öldüğü gece ( Tüm roman kahramları ölüdür aslında J) Sayfa:25
*** Eduviges Dyada & Kardeşi Maria Dyada& Daminia Cisneas& Peder Renteria& Pederin Yeğeni Ana….


Pedro Paramo’nun çocukluk aşkı Susana

*** Seni düşünüyordum, Susana. Yemyeşil tepelerin üzerinde rüzgar çıkınca kağıttan uçurtmaları uçurduğumuz o günleri. Tepenin üzerindeyken aşağından gelen köyün sesini işittik; derken birden rüzgar şiddetlenir, kınnap elimizden kaçacak gibi olurdu. Susana, bana yardım et. Ve yumuşacık eller bizim ellerimizi sıkıca tutardı. Sayfa 17

Çocukluk aşkı Susana Babasına mektuplar yazar Babasına çiftliğin kahyalığını teklif eder sırf onu görmek yanında olmak için Susana ‘nın babası Bartolome ise bırakın okumayı mektupları alır almaz yırtıp atar. Safya:82 Madenci olan babası Bartolome den tek istediği en değerli en güzel yaptığınız şey kızınız der.

*** Bartolome San Juan , ölü bir madenci. Susana San Juan, La Andromeda madenlerinde ölmş bir madencinin kızı. Her şey apaçıktı. ‘’ oraya ölmeye gidiyorum ‘’ diye düşündü. Sayfa:90

Juan Preciado ise Pedro Paramo ile Dona Dolares’in Oğlu. Romanın ilk anlatıcısı; Juan Rulfo Pedro Paramo kitabında değerli cümleleri ve Comala köyündeki anlatılarını yazmadım tasvirlerini okumak anlatılarında ki değerli cümlelerini de Romanı okumak isteyenlerin zevkine bırakarak yazmıyorum. Perspektifin düzleme indirgendiğinde mükemmellik insanüstü bana göre...

***  Hayali kötülük denen şey romantik ve çeşitlidir. Gerçek kötülük kasvetli, monoton, boş ve sıkıcıdır. Hayali iyilik sıkıcıdır. Gerçek iyilik ise daima yeni, muhteşem ve baş döndürücüdür. Dolayısıyla ‘’ hayali edebiyat’’ ya sıkıcıdır ya ölümsüz, ya da ikisinin bir karışımı

                                                                                        SIMONE WEIL

29 Temmuz 2017 Cumartesi

Kayıp Zamanın İzinde (Özel Kutulu, 2 Cilt Takım) (Ciltli) - Marcel Proust




Kayıp Zamanın İzinde (Özel Kutulu, 2 Cilt Takım) (Ciltli)
Yazar :             Marcel Proust
Çevirmen :       Roza Hakmen
Basım Tarihi :   4. Baskı 2016
ISBN :              9789750818127
Dil :                  Türkçe
Yayınevi :         Yapı Kredi Yayınları Delta Serisi
Sayfa :             3150 sayfa

 Sadece anlık oluşan bir dizi halinde var olmak, bir insan için müthiş bir zaaftır şüphesiz; ama aynı zamanda müthiş bir güçtür de; bu kişi hafızanın ürünüdür ve belirli bir anın hatırası daha sonra olup biten her şeyden haberdar değildir; hafızanın kaydettiği an ve onunla birlikte o hatırada şekillenen kişi varlığını sürdürür, yaşamaya devam eder. Bizim gözümüzde var olan tek şey, hissettiğimiz şeydir, onu geçmişe, geleceğe yansıtır, ölümün kurmaca emellerini tanımayız. Zihnimiz önceden, bilinçsizce ürettiği şeyi açıkça çözümlenmedikçe ya da önceden sabırla çözümlediği şeyi canlı şekilde yaratmadıkça asla tatmin olmaz. İnsan ancak hatırladığı şeye sadık kalabilir ve ancak bildiği şeyi hatırlar. Bildiğimiz gibi bir düzlem geometri vardır, bir de uzay geometrisi. Marcel Proust’un anlayışına göre de roman sadece düzlem psikolojisi değil, aynı zamanda zaman psikolojisidir. Kendi ifadesi ile ‘’ Uzayda bir geometri olduğu gibi, zamanda da bir psikoloji vardır ve düzlem psikolojisi hesapları bu psikolojide geçerli olmaz, çünkü düzlem psikolojide zaman ve büründüğü şekillerden biri, yani unutuş göz önüne alınmamıştır; gücünü hissetmeye başladığım unutuş gerçeğe adaptasyonda çok güçlü bir etkendir, çünkü içimizde sürekli gerçekle çatışarak yaşayan geçmişi yavaş yavaş yok eder. Sf:2637’’ Marcel Proust ‘’ zamanın bu görünmez özünü ayıklamaya, soyutlamaya çalıştım, ama bunu yapabilmek için deneyin devam edebilmesi gerekiyordu. ‘’ demektedir.

Kitabımın sadece zamanın dışındaki, gerçekten yoğun izlenimlerden oluşamayacağına kadar verdiğime göre, bu izlenimleri aralarına serpeceğim gerçeklerin arasında zamana, insanları, toplumları, ulusları sarmalayan ve değiştiren zamana ilişkin gerçekler önemli bir yer tutacaktı. İnsanların dış görünüşündeki değişimlere yer vermeye özen gösterecektim; zaten bunun yeni örnekleri her an karşıma çıkmaktaydı, çünkü bir yandan geçici dalgınlıklar yüzünden durdurulamayacak kadar kesinlikle şekillenmeye başlayan eserimi düşünüyorum der (sf:3016)  Marcel Proust kayıp zamanın izinde. Marcel Proust  hırslı bir arkeolog gibi hafızanın her karışını eşeleyerek kendinden çok başarılı bir şekilde beslenmiştir. Kayıp Zamanın İzinde sadece kendi yaşamındaki ani değişimleri, ailesini, mekanları, dostluklarını, ilişkilerini, itiraf edebildiği ve edemediği hazları, hoşlandığı ve tiksindiği şeyleri değil, insan ruhunun gizemli ve incelikli arayışlara girişerek değer verdiği, hakir gördüğü gömdüğü ve kazıp çıkardığı, bağdaştığı ve bağdaşmadığı, geçen zamana rağmen hafızada baki kalan görüntüleri bile sanat yoluyla görkemli bir biçimde yeniden yaratmıştır. Bu uzun romanı okurken tam işte yaklaştım dediğiniz noktada bir adım atıp zamanın içinde yol alırken bir bakarsınız ki zaman hemen arkanızdan sizi takibe başlamıştır. Gerçek bir zamanın sanatsal yaklaşımının nefesini ensenizde hissedersiniz. Romanın zamanı biçimsel bir yaratıcıdır.

Yazarın eseri, okura sunduğu bir görme aygıtına benzer; okurun o kitap olmasa kendinde belki fark edemeyeceği şeyleri görmesini sağlar. Kitapta söylenenleri okurun kendinde tanıması, kitabın gerçekçiliğinin kanıtıdır; bunun tersi de bir ölçüde doğrudur, iki metin arasında ki fark, çoğu kez yazara değil, okura atfedilebilir. Görünmezliğe ulaşmak, romanın varlığını unutturmak, kendini kitap okuyormuş gibi değil de, bir anlığına da olsa, yaşamın yerine geçmeyi başaran bir kurmacada yaşıyormuş gibi hissetmek Proust’un Kayıp Zamanın izinde romanın da doruk noktasındadır.

Kayıp Zamanın İzinde Marcel Proust anlatıcının sadece iki defa isminin geçtiği yaklaşık yüzatmış karakterden oluşan hayali bir Balbec seyahatlerinde ya da baloda ki herhangi bir olayın gelişim süresinde romanını okurken anlatıcının önümüze kesin bir yer ve olayın ya da gelişimi size anlatmadıkça gelecekteki olayların kavranması hemen hemen imkansızdır. Anlatıcı geriye dönük olarak kurduğu geçmiş ve şimdiki zaman ile birlikte geleceğe baktığı ve anlattığı birey olarak kendi iç hafızası beklide romanın boşaltım sürecindeki mekanıdır. Kayıp Zamanın İzinde Marcel Proust anlatıcısı kendi bilincinde ağrılı bir doğum sancısı gibi gerçeklikleri sindirmek ister. Roman boyunca duyacağınız sesi kırılgan ve üzüntülü bir yapıya sahiptir.Bu tuhaf ses sahibinin çektiği acıları beklide bir ölçüsüdür. Mme de Guermentes Bloch’u ilk gördüğü günün üzerinden en az yirmi yıl geçmiş olan bir baloda ( ki bu balo üç yıl öncesine ait olarak anlatılıyor sf:3056 ) zaman ve roman akışında yazılma süresine dair benim görebildiğim tek ipucu olmuştur. Kayıp Zamanın İzinde Marcel Proust anlatıcının geçmişinin görüntülerini sunarken seçtiği imgeler ve malzeme ile keyfi beklide hafızam zayıf diyerek gerçeklikten uzak tutmaya çalışmıştır. Kayıp Zamanın İzinde Marcel Proust şunu ifade etmesini bu düşünceme uygun bulduğumu belirtmek isterim ‘’ Ülkem adına gurur duyarak şunu belirtmem gerekir ki, tek bir gerçek olayın, tek bir gerçek kişinin yer almadığı, her şeyin anlatımım gereği tarafımdan uydurulduğu bu kitapta… sf: 2931’’ Evlilikler ölümler ve psikolojik gelişimler ile ilerler.  Zamanın herhangi bir noktasına yönelen bilinç ruhumuzla birleşip kurgusal zenginliğini sunar bize. Kayıp Zamanın İzinde Marcel Proust anlatıcının geçmişe dönük hafızasını ince bir ipe sermiştir. Albertine ile yaşadığı dönem kendi hafızasının zalimce itirafları ile doludur. Üç boyutlu bu perspektif açımasızca sorgular anlatıcıyı. Sonuç her ne olursa olsun gerçeklik sımsıkı kalmış bir yüzey oluşturur. Kayıp Zamanın İzinde Marcel Proust ifadesi muhteşemdir ‘’İşte bu yüzden, eserimim tamamlayacak vakti bulabilirsem, her şeyden önce insanları birer hilkat garibesine benzetme pahasına da olsa, mekanda kapladıkları kısıtlı yere karşılık, zaman içinde çok büyük, ölçüsüzce uzatılmış bir yer kaplayan varlıklar olarak tasvir edecektim kesinlikle, çünkü insanlar, yıllara dağılmış devler misali, yaşamış oldukları, sayısız günden oluşan, birbirlerinden uzak dönemlerin hepsine aynı anda değerler.’’Duyguları ve zekası,  geçmiş ve gelecek ile sürekli yer değiştirir. Zeka ya da duyguların dönüşümleri roman boyunca önce yada sonra olması arasında gidip gelirsiniz. Bilinç akışındaki duygularının ifadesi ve selzenişleri zaman zaman merhamet duygusu ile kaplıdır.

Uzun zaman, geceleri erkenden yattım. Bazen daha mumu söndürür söndürmez, gözlerim o kadar çabuk kapanıverirdi ki ‘’ uykuya dalıyorum ‘’ diye düşünmeye zaman bulamazdım. Aradan yarım saat geçtikten sonra da, artık uykuya geçme vakti geldiği düşüncesiyle uyanırdım… Kayıp Zamanın İzinde Marcel Proust giriş cümlesi hatta sayfaları demek gerek ki beni çok etkiledi. Kayıp Zamanın İzinde Marcel Proust anlatıcısına daha en başından zamanın farklı dizilerini hissettirmeye başlar. Dış dünya ya da nesneler dediğimiz şey onların yansıması ile oluşan bilinç ifadesidir beklide. Kayıp Zamanın İzinde geçmişe dönük zamanların şimdiki zamana ya da geleceğe olan aktarımlarının ipuçları verilmeye başlamıştır. Bir olguyu şimdi olarak yaşadığımız anda geçmiş olarak kavramakta çok zorlanırız. Kayıp Zamanın İzinde Marcel Proust’un uyuyan kahramanı ya da uyumak için uyanan kahramanı ancak uyanınca tekrar açılmış zamanın düzenine girer özgürlüğü sona erer. Kayıp Zamanın İzinde Marcel Proust anlatıcısı hiçbir şey bilmeden aşama aşama öğrenir ve aktarır. Kendiniz ile ilgili geçmişe bakarak güçlü hafızanız ile olaylar hakkında bir şeyler öğrenmek mümkün müdür? Kayıp Zamanın İzinde Marcel Proust bunu hafızam çok zayıftır aslında diyerek geçmiş zamanına başka bir kişi gibi bakmaktadır.  Kayıp Zamanın İzinde Marcel Proust anlatıcısının; Gilbert Swann’a olan aşkı ( Daha sonra öğrendiğinde ise Gilbert Swann kendisine aşıktır.) Albertine’i olan tutkusu ( Albertine’i sonrasında ona olan bakış acısındaki farklılıklar ) Guermantes düşesine olan aşkı ( Kendisine ulaşılmaz olmak tutkusunu ulaştığında yenmesi ) Stermaria olan aşkı ( evlenmesi ile yok olması sanki aynı anda gerçekleşir) hiçbir şey bilmeden öğrenip aktarma sürecine örnektir.

Bizi sıkan, önümüzde olanlardır çoğunlukla, bize acı çektirdiğinden dolayı gözümüzden bile sakınırız onu, bize güzel görünüyorsa yanılmışız demektir, geçip gidenleri görmede. Biz gelecekle katlanır duruma getirmek isteriz şimdiyi, bu yüzden onu düzene koymaya gücümüzün yetmediğini düşünürüz, evet, bir kez bile ona ulaşamayacağımızı düşünürüz boyuna. Her kişi kendi düşüncelerine bakar: Bütün geçmişle ya da gelecekle uğraşır, onu yakalamak için sürdürür düşünme eylemini durmadan. Çağımızı düşünmeyiz, ondan bir nesne alıp öğrenerek, geleceğe eklesek bile. Şimdiki çağ eriğimiz değildir: Geçmişle şimdiki çağ araçlarımızdır, yalnız gelecektir ereğimiz. Böyle yaşamıyoruz, yaşamayı umuyoruz, biz mutlu olmaya çalışan kimseleriz, oysa bu durumumuzu korudukça mutsuz olacağımız besbelli kaçınamayız ondan.

VEDA: YAS TUTMAK YASAK
Erdemli insanlar nasıl sessizce göçüp gider,
Ve ruhlarına, hadi bakalım, diye fısıldarsa;
Kederli dostlarından bir kısmı ‘’ İşte nefes durdu, ‘’ der,
‘’ Hayır, daha değil, ‘’ derken bir kısmı da;

Tıpkı öyle eriyelim biz de, sessizce;
Sel gibi gözyaşları, fırtınalı iç çekişler olmasın.
Mutluluğumuza saygısızlık etmeyelim bence,
İnancı tam olmayanlara aşkımızı açmayalım sakın.

Zarar ve korku getirir yerküre sarsıntısı;
Nedir, ne oldu diye herkes sorar durur;
Oysa gökkürenin sarsılması
Çok daha büyük ama zararsız olur.

Ayın altındaki aşıkların basit aşkı da işte
(Ki özü bedendir), ayrılığa dayanamaz;
Çünkü uzak düşer aşkı oluşturan öğeler de
Bedenler birbirinden ayrılır ayrılmaz.

Oysa, öyle arıtılmış bit aşkımız var ki bizim,
Nasıl bir şey, biz bile bilemiyoruz;
Öyle bir güvenimiz var ki aklına birbirimizin,
Gözler, dudaklar, eller uzaktaymış aldırmıyoruz

Ruhlarımız da aslında tek olduğundan,
Ayrılmaz asla, ben gidince şimdi;
Uzar gider yalnızca, hiç kopmadan,
Hava inceliğinde dövülmüş altın gibi.

Bir değil iki olsalar da, aynı,
Sağlam bir PERGELİN iki ayağı gibidirler:
Senin ruhun, sabit ayak yani,
Hiç oynamaz, öteki kımıldamazsa eğer.

Sanki merkezde durur ama her zaman
Öteki uzaklara giderse de,
Eğilip kulak kabartır ardından,
Ve döndüğünde doğrulur yine.

İşte böyle olacaksın benim için de sen:
Öteki ayak gibi, ben ayrılıp gitsem de,
Sen sağlam durdukça, şaşmayacak dairem;
Başladığı yerde bitecek her seferinde.

Bu şiir, John Donne’ın ve dönemin en ünlü şiirlerinden biri. Ayrıca, eleştirmenlerce de, metafizik şiirin en iyi örneklerinden biri olarak göşterilir. John Donne bu şiiri karısı Anne More için yazdığı öne sürülmektedir.

Kayıp Zamanın İzinde Marcel Proust şu cümlesi ‘’ Şüphesiz sevdalı, arzularının, özlemlerinin, hayal kırıklıklarının ve tasarılarının birbirini izleyen icatlarıyla tanımadığı bir kadın hakkında koca bir roman yazdığında, normal bir erkeğin aşkı da, PERGELİN epey açılmasına sebep olur.’’ Bu şiiri hatırlattı bana…


Proust insanları iyileştirme sanatının çok ciddiye alındığı bir ailede dünyaya geldi. Babası doktordu ve tipik ondokuzuncu yüzyıl fizyonomisine sahip yapılı, sakallı bir adamdı. Otoriter bir görünüşü, karşısındaki insanın kendini ödlek gibi hissetmesine yol açan delice bakışları vardı. Ahlaki üstünlüğü bedeninden taşıyor gibiydi; bu yalnızca tıbbı meslek edinmiş kişilere özgü bir şeydi; hafif öksürükten ya da apandisitten şikayetçi olan her insan onların toplumdaki değerlerini tartışmasız kabul ediyor, bu da daha az değer verilen meslek edinmiş kişilerde nahoş bir gereksizlik hissi  yol açıyordu.

Şüphesiz, Marcel babasının yanında kendinin değersiz hissetmiş, onun başarılarla dolu yaşamındaki tek bela olarak değerlendirmiştir. Proust, ondokuzuncu yüzyılın sonlarında yaşayan bir buruva ailesinin üyelerince normal diye nitelenebilecek bir meslek edinmek için en ufak  bir istek duymadı. İlgi duyduğu tek şey edebiyattı ama belki de çok genç olduğundan, yazmaya pek istekli görünmüyor ya da bunu beceremiyordu. İyi bir oğuldu; bu nedenle ailesinin onayladığı bir meslek edinmeye çalıştı. Dışişleri Bakanlığına girebilir, avukat ya da banker olabilirdi. Louvre müzesinde çalışabilirdi. Sonunda kariyer yapmanın zor bir iş olduğunu anladı. Bir hukuk müşavirinin yanında iki hafta çalışmak ona ölüm gibi gelmişti. ( En umutsuz anlarımda bile, bir hukuk bürosunda olduğu kadar büyük bir dehşete kapılmadım ), Paris’ten ve sevgili annesinden ayrılması gerektiğini anlayınca da diplomat olma fikrini bir kenara bıraktı. Giderek umutsuzluğa kapılan yirmi iki yaşındaki Proust şöyle soruyordu: Ne avukat, ne doktor ne de rahip olmaya karar verebiliyorum; peki geriye ne kalıyor?

Belki de Kütüphaneci olmalıydı. Mazarine kütüphanesinde ücretsiz olarak çalışmak için başvurdu ve işe kabul edildi. Aradığını orada bulması mümkündü ama kütüphane Proust’un ciğerleri için biraz fazla tozluydu. Hastalık bahanesiyle ard arda uzun izinler almaya başladı; izin günlerini bazen yatakta, bazen tatilde, nadiren de yazı masasının başındaydı. Sıkıntıdan uzak yaşıyor, akşam yemekleri veriyor, çay içmek için dışarı çıkıyor, su gibi para harcıyordu. Babasının bu durumdan ne kadar rahatsızlık duyduğunu tahmin edebiliyoruz; o, sanata, hiçbir zaman ilgi duymamış, pratik bir adamdı. Marcel uzun süre haber vermeden işe gitmedi; kütüphaneye bir kez ya uğruyor ya uğramıyordu. Sonunda zaten gereğinden fazla hoşgörü göstermiş olan kütüphane yöneticileri onu, işe girdikten beş yıl sonra işten çıkardılar. Böylece Marcel’in hiçbir zaman doğru düzgün bir meslek sahibi olamayacağı, yalnızca düşkırıklığına uğramış babası için değil, herkes için açıklık açıklık kazanmıştı; o edebiyatla zevk için uğraşıyor, bundan herhangi bir kazanç elde etmeyi beklemiyordu; bu nedenle de yaşamının sonuna kadar ailesinin parası ile geçinecekti.
Bu gerçek dikkate alındığında, Proust’un edebiyat konusunda hırslı olduğunu görmek şaşırtıcı. Annesi ve babası öldükten, kendisi de nihayet romanı üzerinde çalışmaya başladıktan sonra proust hizmetçisine şöyle içini döküyordu:
‘’ Ah, Celeste, keşke babamın hastalarıyla uğraşırken duyduğu güveni duyabilsem kitap yazarken. ‘’

Bunları okuduktan sonra bende oluşan düşüncem ‘’Kayıp Zamanın İzinde Marcel Proust; kayıp zamanın izinde diyerek, boşa geçen zamanımı kastetmektedir? Veya aslında hiçbir zaman, boşa geçmiş zaman değildir aslında; bilmediklerimiz, öğrenemediklerimiz, gözlemleyemediklerimiz mi bize bu hissi verir? Her okuyucu kendi payına çıkarması gerekeni kendinde bulması gerekir diye bize bir paradoks mu bırakmıştır? Beklenmedik ve kaçınılmazı görebilmek?’’

KAYNAKLAR:
Marcel Proust - Kayıp Zamanın İzinde (Özel Kutulu, 2 Cilt Takım) (Ciltli) Yapı Kredi Yayınları 4. Baskı                                                             
Samuel Becket – Proust Metis Yayınlar 4. Baskı
Mario Vargas Llosa – Genç Bir Romancıya Mektuplar Can yayınları 2. Baskı
Marcel Proust – Edebiyat Ve Sanat Yazıları Kredi Yayınları 1. Baskı   
Alain De Botton – Proust Yaşamınızı Nasıl Değiştirebilir Sel Yayınları 5. Baskı
GILLES DELEUZE – Proust ve Göstergeler Alfa Yayınları 1. Baskı
Blaise Pascal – Düşünceler Say Yayınları 5. Baskı
John Donne – Yapı Kredi Yayınları (Kazım Taşkent Klasik  Yapıtları Dizisi ) 1. Baskı 

JOSEPH ANDREWS - HENRY FIELDING



JOSEPH ANDREWS
Yazar :             Henry Fielding
Çevirmen :       Ferit Burak Aydar
Basım Tarihi :  1. Baskı Ocak 2013
ISBN :              9786053607823
Dil :                  Türkçe
Yayınevi :         Hasan Ali Yücel Klasikleri Dizisi
Sayfa :              397 sayfa


 Eylem ile konu arasındaki uyum anlatılan olgularla mükemmelliği söz konusu olduğunda; olayların, zamanların yanılgısı olgu ve oluşumların ihtişamına gölge etmez ve bu durumda duyguların ifadesinin ihtişamı her okuru etkiler.

Örneklerin insan aklı üzerinde kurallardan daha güçlü bir etkide bulunduğu, bayatlamış olsa da doğru bir gözlemdir. Bu gözlem nahoş ve kötü durumlar için geçerliyken, hoş ve takdire şayan durumlar için daha da geçerlidir. Bu noktada öykünme dediğimiz şey tüm gücüyle üzerimizde hükmünü icra eder ve bize karşı konulmaz bir şekilde taklide sevk eder. Dolayısıyla iyi bir insan tüm yakın çevresi için canlı bir ders mahiyetindedir ve bu dar muhitte iyi bir kitaptan çok daha yararlıdır.

Ne var ki en iyi insanlar genellikle pek az tanınırlar ve bu nedenle yararlı örneklerini çok fazla insana ulaştıramazlar. Bu noktada, onların hikayelerini daha geniş kesimlere yaymak ve aslını bilme bahtına erişmemiş olanlara bu hoş görüntüleri sunmak üzere yardıma çağrılabilir. Böylece yazar belki de bu tür değerli örnekleri dünyaya tanıtarak, yaşamıyla bize bu örneği sunan kişiden daha büyük bir hizmet sunabilir insanlığa.

Henry Fielding tam anlamıyla etkileyici bir yazar. Bir yazarın ne demek olduğunu ve neler anlatmak istediğini ifade eden cümleleri ile giriş yapar kitabına.

1742 yılında Joseph Andrews adlı romanına yönelik saldırılardan sonra başka roman yazmayacağını söylese de Tom Jones ikinci romanı olmuştur.

Henry Fielding kitabını bölümlere ayırmış bölümlerin başlarına da içindekiler kısmı eklemiştir. Bir yazarın kitabını genellikle bölümlere ayırması, Tıpkı kasabın önündeki eti parçalaması gibi uygun bir davranıştır, zira bu tür bir yardım hem kura hem de kesene büyük bir kolaylık sağlar. İçindekiler kısmı, han kapılarının üzerindeki levhalara benzer bunlar okura neyle karşılaşacağını haber verir ve beğenmediği takdirde bir sonraki hana geçerek yolculuğuna devam etmesine olanak sağlar.

Karakterilerini yaşamın içinden seçen Henry Fielding gelişigüzel ve tesadüfi görünen öyküsünde düşüncelerin dengesini çok iyi korumuştur.

Joseph Andrews romanının çıkış noktası Richardson’ın çalıştığı evin beyinin baştan çıkarma çabalarına karşı koyarak adamın kendisiyle evlenmesini sağlayan Pamela’nın parodisini yazmaktadır. Mr. Abraham Adams, sadece inanmanın kurtuluş için yeterli olduğu görüşünü hararetle kınamıştır.

Tom Jones 2 Cilt Takım - Henry Fielding

Tom Jones – 2 Cilt Takım

Yazar :             Henry Fielding
Çevirmen:        Mina Urgan
Basım Tarihi:   1. Baskı 2015
ISBN:               9789750518263
Dil:                   Türkçe
Yayınevi:          İletişim Yayınları      
Sayfa Sayısı:     1064


Henry Fielding'in başyapıtı Tom Jones, 18. yüzyıl İngiliz hayatını,soyluları ve namussuzları, aşırılıkları ve erdemleriyle muazzam bir panorama halinde resmediyor.Kapısına bırakıldığı iyi kalpli asilzadenin malikânesinde büyüyenyetim Tom Jones, komşunun ulaşılmaz ve güzel kızı Sophia Western'en vurulur; buna rağmen çapkınlıktan ve köyün kızlarını baştan çıkarmaktan da geri kalmaz. Söz dinlemeyen genç Tom nihayet kapı dışarı edilip gerçek kimliğinin ve alın yazısının peşine düştüğünde, İngiltere'nin kırlarından Londra'ya kadar uzanacak bir serüven de başlamış olur. Yazarı Fielding'in yaşam neşesini bulaştırdığı Tom Jones, neredeyse üç asır sonra bile İngiliz romanının en keyifle okunan, eğlenceli örneklerinden biri.

"Aradan geçen iki yüzyıl Fielding'in gerçekçiliğinden bir şey götürmedi. Mizah anlayışı bizim için, bulunduğumuz asırdaki herhangi bir yazarınkinden daha tanıdıktır."
-Kıngsley Amis-

Mina Urgan çevirisi, Dhoroty Van Ghent'in önsözü, William Empson'ın sonsözü, Yazar ve dönem kronolojisiyle,

İngiliz romanının temel taşlarından sayılan Tom Jones, insanı tüm erdemlerinin yanında zaaflarıyla da göstermiş ilk eserlerden.

Tom Jones aslında kötü biri değildir; biraz kendine hâkim olabilse ne kadar ahlâklı ve faziletli olduğunu herkese gösterecektir. Asabiyeti ve kasabanın kızlarına düşkünlüğü yüzünden üvey babasının evinden kovulan Tom tüm parasını kaybeder ve kendini hovardaların, ahmakların, ikiyüzlülerin, müşfiklerin ve alçakların karşısına çıktığı bir yolculuğun ortasında bulur. Yayımlandığı 1749 yılında "gayrimeşru ilişkiler, zina ve türlü cinsel münasebetlerle dolu karmakarışık bir hikâye" olmakla eleştirilen bu kitabın kahramanı, bugün hâlâ yazıldığı günkü gibi okurlarını şaşırtmayı sürdürüyor.

"İngiliz romanının babası olan yüce Henry Fielding'in eşsiz, halkına özgü mizah anlayışı ve karakterlerini derinlemesine ama kendiliğinden sergileyişine bugün onu takip edenlerden kimse erişemedi."
-Walter Scott-


                                                                                                                        

Çifte Alev Aşk ve Erotizm - Octavio Paz

Çifte Alev Aşk ve Erotizm
Yazar :           
  • Octavio Paz
Çevirmen :      
  • Tomris Uyar
Basım Tarihi :  1. Baskı Ekim 2002
ISBN :             9758420496
Dil :                 Türkçe
Yayınevi :        Okuyan Us Yayınları
Sayfa :             204 sayfa

'' Cinsellik ateşi, Erotizmin kızıl alevini tutuşturur; erotizmin kızıl alevi de, aşkın titrek ve mavi alevini. Erotizm ve aşk: Hayatın çifte alevi... ''

20. yüzyılın en büyük şair ve deneme yazarlarından Octavio Paz, cinsellik, erotizm ve aşk arasındaki yakın, ama çapraşık bağları keşfe çıkıyor. Okuyucu, aşk ve erotizmin, edebiyatı çağlar boyunca besleyen damarlarında düşünsel serüvenlerle dolu bir keşif gezisine çağırıyor.

Tabulardan özgürlüklere, tarihöncesi söylencelerden Madame Bovary ve Ulysess gibi modern çağ romanlarına, Marquis de Sade'dan Freud'a, aşk ve erotizmin aydınlatıcı olduğu kadar kışkırtıcı bir tarihçesi. 1990 Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi Octavio Paz, aşkın dünü, bugünü ve yarınında yolculuğa çıkmak isteyenlere şiirsel bir yol haritası sunuyor.

Çağdaş edebiyatımızın en seçkin öykü ve deneme yazarlarından Tomris Uyar'ın çevirisiyle.

ARKA KAPAK.